TÜRKLERDE AİLE VE SOSYAL YAŞAM

TÜRKLERDE AİLE VE SOSYAL YAŞAM
Türklerde evlilik ayrı bir ev açmak demekti.gelin ve damat ailelerinden kendilerine düşen hakkı alarak ayrı bir hane kurarlardı.Türk kadınının sosyal statüsü yüksekti,erkekler gibi ata biner kılıç kullanırlardı.Türkler genellikle tek eşli evlilik yaparlardı.Sadakatsizlik ve zina bilinmezdi nitekim ibn faldan Oğuz kadınlarından bahsederken,zina diye bir şey bilmezler,böyle bir olay ortaya çıkarsa,o kimseyi iki ağacın dallarını yere eğerek arasına bağlarlar ,dallar bırakıldığında o kişi ikiye bölünür demektedir.Türk ailesi dikkate değer asillikte özellikler taşır.Bu asil yapı eski Türk siyasi ve sosyal hemen her kurumda fertlerin davranışlarına yansımıştır.Mülkiyette,ferdi hukuk'ta,hürriyet ve istiklal tutkunluğunda,ihtiyaçlı insanları himayeye yönelik sosyal davranışlarda,adalette,dini konulardaki toleranslı davranışlarında,devletin baba olarak telakkisinde,Türk insanının sağlam aile yapısı kendisini açıkça göstermektedir.



TÜRKLERDE DİN

TÜRKLERDE DİN
Türkler Ataları Yaseften itibaren tek Tanrıya inanmışlar,öldüklerinde Tanrının yanına gideceklerini kabul etmişlerdir.Türklerin İslamiyetin kabulü öncesi birkaç yüzyıl dini inanç sisteminde bir bütünlük olduğu söylenemez.Bunun sebebi kötü yöneticiler ve Türklere yenilerek Türk devletlerine katılan çeşitli inançlara sahip milletlerin Türk inancını çeşitli yönlere çekmesidir.inanç bazında bakıldığında tam bir çeşitlilik bulunmaktadır.(Halen Müslüman, Hıristiyan, Yahudi,Şaman,tengrici,Ateist Türk toplulukları mevcuttur.) iptidai inanışları olduğu gibi semavi inanışlarıda bulunmakta, Türklerin engin hoşgörüsü buna izin vermektedir. Tengricilik,Budizm,zerdüştlük,mani,hıristiyanlık,yahudilik,şamanizm bir arada yaşamaktadır.Türkler bütün dinleri taassup ve dar görüşlülükten uzak bir şekilde büyük bir tolerans ve müsamaha ile karşılamışlardır.
OĞUZ KAĞAN DESTANI :
Oğuz'un ilk atası, Nuh'un oğlu Yafes'tir. Nuh, yeryüzünü oğulları arasında bölüştürdüğü zaman oğlu Yafes'e Doğu illeri ve Türkistan taraflarını verir. Yafes, Türklerin deyişine göre "Olcay Han" diye anılır. O, göçebe olarak yaşardı. Yaylak ve kışlakları Türkistan'da bulunurdu. Dhib Yabgu, Olcay Han'ın oğludur. Bunun da dört muteber ve şöhretli oğlu vardı: Kara-Han, Or-Han, Kür-Han, Küz-Han. Kara-Han babasının yerine tahta geçer. Bir oğlu dünyaya gelir. Çocuk, üç gün, üç gece anasının sütünü emmez. Herkes, onun öleceğini düşünürken; annesinin rüyasına girer. Çocuk, annesine; “Eğer sütünü emmemi istiyorsan biricik Yaratıcı'yı ikrar ve itiraf et.” der. Kadın, üç gece aynı rüyayı görür. Bu kavim, kâfir olduğundan; kadın, meseleyi kimseye anlatmaz. Kocasından gizli olarak Allah'a iman eder. O anda çocuk, anasının sütünü emmeye başlar. Oğuz'un temizlik ve güzelliğine herkes hayran kalır. Bir yıl sonra konuşmaya başlar. Oğuz daima Allah'ı anıp ona şükreder.
TURAN VE TURANCILIK NEDİR,NE OLMALIDIR.
Turan,İtalya,Macaristan,Finlandiya,Estonya,Urallar dahil Büyük Okyanusa ve Japonya'ya uzanan Türklerin topraklarıdır. Turancılık, Türk insanı,Ural - Altay kavimlerinin özgür yaşamasını, modern,demokratik ,insan haklarına saygılı ve evrensel hukuk kurallarını benimseyerek,tüm diğer halklarla,barış içerisin de yaşamasını savunan, kişiyi inanç ve fiziksel özellikleri ile değerlendirmeyen,Köklü ve güçlü bir Ulus olmanın verdiği adalet değerleri ile dünyada barışın teminatı olabileceğini savunan siyasi bir görüştür.

Dünya ve Avrupa'da Turan

1800’lü yıllarda Orta ve Doğu Avrupa’da üç tür milliyetçi hareket görüyoruz. Bunlar Pancermenizm, Panslavizm ve Panturanizmdir. Alman tarih tezlerinde Slavlar Hıristiyanlık dışı, Türkler Avrupa dışı görülüyordu. Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme esasına dayanarak Avrupa’nın kendi ırklarına ait olduğunu öne sürüyorlardı. Cermen birliği peşindeki Almanya’nın desteklediği Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Ruslar yoğun bir hegemonya mücadelesine başladılar. Almanya’nın güçlenerek ortaya çıkması Rusları endişeye sevk etmişti. Bağımsız tek Slav devletini oluşturan Ruslar, Panslavizm siyaseti sayesinde Avustarya-Macaristan ve Osmanlı topraklarını yutmak üzere strateji geliştiriyorlardı. Gerek Almanlar gerekse Ruslar bu isteklerini tarihi tezlere dayandırmaktaydılar. Ancak Avrupa’da Turan asıllı Fin-Ogur boyları da yaşamaktaydı. Bu boylar; Bulgar, Litvan, Eston, Fin, Leton, Macar (Hungary, Mağyar) olarak Avrupa’ya yayılmış durumdaydı. Turancılık akımının kurucusu ve öncüsü Profesör Mathias Alexander Castren (1813-1852)’dir. ( Ana Britannica, 7/309-310 ) Castren ülkesinde uyanan ulusal bilincin etkisinde dil ve halk bilimi çalışmaları yaptı. ( Büyük Larousse, 5/2217 ) Fin Milliyetçisi olan Castren Turancılık ideolojisini savunmuş ve Ural-Altay dillerinin incelenmesine öncülük etmiştir. Castren, Sibirya’da yıllarca süren araştırmalarından sonra Ural-Altay dillerinin karşılaştırmalı olarak incelenmesine birçok önemli katkılarda bulundu. Bunların en can alıcısı, Fincenin bu dil ailesinden olduğunu bulmasıydı. Bu inançtan yola çıkarak Finlilerin Orta Asya’dan geldikleri, küçük ve soyutlanmış bir halk olmayıp, Macarlar, Türkler ve Moğollar gibi grupları içeren geniş bir toplumun parçası oldukları sonucuna vardı. 1849’da açıkladığı bu düşünceler, coşkulu bir milliyetçi olan Castren’den sonra gelen Fin milliyetçileri de benimsedi. Böylece Finlandiya’da Fince üzerine yapılan çalışmalar da büyük bir ivme kazandı. Castren 1851’de Helsinki Üniversitesi’ndeki ilk Fin Dili kürsüsüne atandı. Ertesi yıl rektör oldu (*). ( Ana Britannica, 7/309-310 ) (*) Bu kürsü Castren’in araştırmalarını destekleyen Finlandiya devleti tarafından özel olarak kurulmuştur. ( Büyük Larousse, 5/2217 ) Castren’in Finlilerin gerçek yurtları ve Turan’la bağları üzerine görüşleri Finlandiya’da hala büyük ölçüde benimsenmektedir. ( Ana Britannica, 7/309-310 ) Dilbilim verilerine göre beş ana dil ailesi vardır: Bunlar Hint-Avrupa, Ural-Altay, Sami, Bantu ve Çin-Tibet dil aileleri olarak sınıflandırılmaktadırlar. (Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, s. 5-8) Altay dilleri tasnifi Castren’e aittir. (Hasan Eren, Türklük Bilimi Sözlüğü, 1.Yabancı Türkologlar, s.126-130) C.C.J. Bunsen de Turan sözcüğünü yalnızca bir dil ailesi anlamında kullanmanın ötesine geçerek, Turan’ı bir millet kategorisinin sıfatı olarak biçimlendirme yoluna gitmiştir. Turan kavramının Aryan ve Sami olmayan halkları tanımlamak üzere Bunsen tarafından ilk kez 1847’de kullanıldığı da kaydedilmektedir. ( Turani Nepek, “Uj İdök” Lexikona, c. 12, s. 5934 ) Bunsen’in ortaya attığı bu teori Alman asıllı İngiliz dil bilimci Fredrich Max Müller sayesinde popüler hale gelmiştir. (F. Max Müller, The Science of Language, c. 1, s. 333) Slavlar ve Cermenler arasında eriyerek yok olacağı düşünülen Turan asıllı Macarlar arasında da milliyetçi düşünceler filizlenmeye başlamıştır. ( Charles W. Hostler, “The Turks and Soviet Central Asia” The Middle East Journal, 1958, c. 12, Nu.3, s.263 ) Turan sözcüğünün kökeni İran efsanesi Avesta’da bulunmaktadır. ( Maria Antonina Czaplicka, The Turks of Central Asia in History and the Present Day, s. 18-19; Vlademir Minorsky, The Encyclopaedia of Islam, c. 4, s. 878-879 ) Firdevsi’nin Şehnamesi’nde Turan hükümdarı Efrasiyap ( Alp Er Tunga ) ile yapılan İran savaşları anlatılır. Turan kelimesi Kutadgu Bilig’de de geçmektedir. Divanü Lügat it-Türk’de bu kahramanın ( Alp Er Tunga ) ölümü üzerine söylenen bir sagu yer almaktadır. İbn-i Rüşt ve Gardizi üzerinden günümüze gelebilen, aslı kayıp olan Buharalı Ceyhani’nin gözlemlerinde Macarlar Türklerin bir kolu olarak gösterilmektedir. ( Laszlo Gyula, The Magyars, s.193-196; C. A. MacArtney, The Magyars in the Ninth Century, s. 206-209; Ramazan Şeşen, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, s. 132 ) Larousse’deki bilgiler göre, 9. yüzyılda Doğu’dan gelen Macarlar ( Fin-Ugur ) kökenli kavim Peçenekler tarafından Karpatları aşmak zorunda bırakıldı. Macarların burada düzenledikleri akınlar sonucu Arpad ulusal sülaleyi kurdu. Arpad’ın soyundan gelen Geza tüm kavimlerin egemenliğini kabul ettirdi. ( Büyük Larousse, 15/7612 ) Ana Britannica’da ise Macarlar’ın Roma İmparatoru’nca yardım için çağrıldığını yazmaktadır; “Roma Germen İmparatoru Arnulf 892’de bir Fin Ugor halkı olan Macarları yardıma çağırdı.” En güçlü kabilenin başkanı olarak liderliğine seçilen Arpad, 896’da yedi Macar kabilesinin başında Tuna Havzası’nın orta kesimine egemen oldu. Arpad’ın torunlarından Geza 975’de Hıristiyanlığı kabul etti. (Ana Britannica, 21/212) 1000 yılında Papa tarafından Saint Istvan’a gönderilen taç ile daha sonra Bizans İmparatoru’nun gönderdiği taçın eklenmesiyle oluşmuş olan Macarların Kutsal Taçı üzerinde Bizans tarafından 1071’de gönderilen kısımda “Türklerin Kralı Geza’ya” ifadesi yer almaktadır.(Gyula,a.g.e., s. 210)Bizans İmparatoru 8. Constantine Porphyrogenitus 948-952 arasında yazdığı eserinde Macarlardan Türk, ülkelerinden Türkiye olarak söz etmektedir. Eserde “ Arpad, Türklerin büyük prensi ” ifadesi de yer almaktadır. ( Geniş bilgi için bknz: Constantine Porphyrogenitus, De Administrando Imperio, ed. Gy. Moravcsik, trans. R.J.H. Jenkins, rev. ed., Dumbarton Oaks Center for Byzantine Studies, Washington 1967 ) Macar efsanelerinde de 13. yüzyılın başından itibaren Hun-Macar köken birlikteliği dile getirilmeye başlanmıştı. “ Hunor – Magor ” adı verilen efsanede Hunların ve Macarların Hunor ve Magor adlı iki kardeşten geldikleri hikâye edilmektedir. Simon Kezai’nin 1283 dolaylarında yazdığı tahmin edilen Gesta Hungarorum, 11. yüzyıl sonu 12. yüzyıl başlarına tarihlenen Anonymus’un Gesta Hungarium ve 14. yüzyıldaki Mark Kalti’nin Chronicon pictum vindobonense adlı eserlerinde, bu efsaneye Macarların kökenini açıklamak üzere yer verilmiştir. (Gyula, a.g.e., s.177-190) Turan kelimesinin yakın tarihte ilk olarak Macarlarca kullanıldığını görüyoruz. Minorsky, 1839 tarihinde Turan teriminin “ Büyük Türk Yurdu ” anlamına gelmek üzere Macarlarca kullanıldığını belirtmektedir. (Minorsky, a.g.e., s. 880-881) Macarlar ve Finliler’in Osmanlı Devleti’nde yaşayan Türkler ve Rusya’daki Türklerle ırki bağı vardır. Bu kavimlerin dezavantajı artık bu dilleri konuşan kardeşlerin birbirlerini anlayamayacak durumda olması yeni ve ortak bir dil geliştirilmesi zorunluluğudur. Turancılık akımı Finlandiya ve Macaristan üzerinden Avrupa’nın diğer bölgelerinde yaşayan Turan asıllı topluluklarda da yayılmaya başladı. Başta Lehistan ( Polonya ) olmak üzere, Slovenya, Litvanya gibi bölgelerde Turancılık akımı gelişti. 1848’de Avusturya’da Macarlar, Rusya’da ise Lehler bağımsızlık için ayaklandılar. İsyanı Avusturya ve Rusya çok kanlı bir şekilde bastırdı. Bu durum, Fransız ve İngiliz kamuoyunda Rusya aleyhine büyük bir tepkinin çıkmasına sebep oldu. Macar ve Leh milliyetçilerinin liderleri Osmanlı topraklarına girerek hükümetten sığınma hakkı istediler. Sultan Abdülmecit Han, kendisine sığınan mültecileri, Rusya ve Avusturya’nın savaş tehditlerine rağmen geri vermedi. Polonya, Macaristan ve çevresini kapsayan bu bölgeden gelenlerin hemen hepsi iyi öğrenim görmüştü. Onların gelişi 1849′dan sonra bir seri ıslahat hareketlerine geçen Osmanlı devletinin modernleşme sürecine destekleyici olmuştur. Müslümanlığı kabul eden bu subaylar, Osmanlı ordusuna katılmış, özellikle ortak düşman olarak gördükleri Ruslara ve Avusturya’ya karşı yapılan savaşlara katılmışlardır. Büyük kısmı Kırım harbine katılarak Osmanlı kuvvetlerine güç katmıştır. Erdel savaşlarının efsanevi kumandanı Jozsef ( Yozef ) Bem, Murat Paşa adıyla Halep’e yerleşmiş, 1850′de isyan eden Araplara karşı kendisine adeta tapınan birçok subay arkadaşlarıyla birlikte savaşmış, şehit düştükten sonra mezar taşı İstanbul’dan götürülüp başına dikilmiştir. Albay Jozsef Kollmann Kırım savaşında Feyzi Paşa adıyla savaştı. Yüzbaşı Jozsef Taschler Kırım savaşında yarbaylığa yükseldi. György Divitsek üst teğmen olup 1864′te Osmanlı ordusunda Albay Ali Bey’i oldu. Yüzbaşı Janos Derecskey Osmanlı ordusunun İskender Paşa’sı oldu Selanik’teki Rum ayaklanmasında öldü. Macar özgürlük savaşına yarbay rütbesiyle katılan Kassel doğumlu August Ludwig Wegler Osmanlı ordusuna Albay Tevfik olarak girdi, sonra paşa oldu ve Beduinlere karşı savaşta öldü. Kssuth’un generallerinden György Kmety İsmail Paşa ismini alan Kars kalesinin kahraman koruyucusudur, 1856′da orgeneral oldu. Kırım savaşına katılıp 11 Ekim 1856′da ölen Kont Richard Gruyon’un Haydarpaşa İngiliz mezarlığındaki kitabesinde ise “ Türk Paşası, Fransa’nın çocuğu, İngiltere doğumlu, fakat Macar milliyetçisi ” şeklinde ifade edilmektedir. Macar özgürlük savaşının başçavuşlarından Sandor Farkas, Harbiye’de uzun yıllar hocalık yaparak, Macar Osman Paşa adını aldı. O zaman Osmanlı hizmetinde bulunan yüksek rütbeli subayların bazıları: Murat Paşa “Josef Bem”, İskender Paşa “Antoni İlinski”, Muzaffer Paşa “Wlatyslaw”, Rüstem Bey, Şahin Paşa “Felis Breanski”, Mehmet Sadık Paşa “Michal Czaykowski”, Mahmut Hamdi Paşa “Sygmunt Fremt”, Nihat Paşa “Seweryn Bielinski”, Arslan Paşa “Lutrik Bystzowski”, Sefer Paşa “Wlatyslaw Koscielski”, Mehmet Ali Paşa “Karol Defroi-Karl Detrois” ve Ömer Paşa “Michal Latos” (*). (*) Macarlar Turancılık araştırmalarını geliştirmek için 1870’de Budapeşte Üniversitesi’nde bir Türkoloji bölümü kurmuşlardır. 1910 yılında siyasetçi ve tarihçi Kont Pal Teleki önderliğinde Budapeşte’de Turan Cemiyeti (Turanî Tarsasag) kuruldu. Birçok ünlü toplumsal şahsiyeti, bilim adamlarını ve ulusçu şairleri kapsayan cemiyetin amacı “Avrupa’dan Asya’ya, Deveny’den Tokyo’ya kadar Turan’ı aramak”, “kardeş uluslar arasında birliği sağlamak ve Turancı birlik bilincini yaygınlaştırmak” idi. ( Tarık Demirkan, Macar Turancıları, s. 27-28) “Turancılığın, yani Macar olmanın birinci ödevi Turan ülküsünü öğrenmek ve bunu yaymak” idi. (Demirkan, a.g.e., s. 27-28) Macar Turan Cemiyeti 1913′ten itibaren Turan adlı bir dergi yayımladı. 1920′de dokuz Turancı cemiyet ve birliğin katılımıyla Macaristan Turan Federasyonu (Magyarorszag Turanî Szövetseg) kuruldu. Turancılar 1941 yılında Macaristan’da iktidara yükselmiş, Pal Teleki Başbakan olmuştur. Macarların 2. Dünya Savaşı’nda ürettikleri tankın adı da Turan’dı. (Daha fazla bilgi için; Nizam Önen, Turancı Hareketler-Macaristan ve Türkiye (1910-1944), A.Ü.S.B.E. Doktora Tezi, Ankara 2003) Kaynak: İlhami Yangın, İhtilal Tüccarları, Neden Kitap, İstanbul 2008 Burada şunuda belirtmekte fayda görğyoruz Osmanlı zamanında Avrupada Türklük Türk dili Türk kültürü ve Türk tarihi tamamen unutulduğu Türklük bilinci yok olmaya yüz tuttuğu için 1851 yılında o zamanki encümeni daniş Helsinki üniversitesinde Helsinki üniversitesine Türk tarihi kitabı bastırtıp Türklere dağıttırırlar. Bakarlarki Türklük bilincinin oluşmasına faydası ve katkısı var bir yıl sonra Türk kültürü kitabını bastırıp tekrar dağıttırırlar ve altı ay sonra 1852 yılında yine Encümeni Daniş Türk tarihi Türk kültürü ve Türk dili kitabı olarak kalın yeni bir kitap bastırtıp tüm Türklere dağıtırlar ve çok faydası olmasına rağmen devlet daireleri Türklerin haricindeki lerin eline geçtiği için ayaklanmalarda başarı elde edilmesi Türklerin Türklük ruhunu kaybetmesinden ve sonrasındaki Avrupadaki ayaklanmalar çatışmaların artması derken bir daha kitap bastırılamamıştır. Basılan kitaplar çok faydalı olmasına rağmen Türklük bilinci gelişimi için geç kalınmış Avrupadaki Türklerin azınlıktada kalmış olmalarından dolayı istenilen amaca tam olarak ulaşılamamıştır. Geçen sene Fethiyedeki Türk kurultayında Finlandiyalı bir Türkolog profesör belgeleri ile birlikte bunları gösterip söylemiştir. Gagauzlar, bugünkü Moldova Cumhuriyeti’nde, başta Gagauzeli Özerk Devleti olmak üzere kuzeydoğu Bulgaristan, Ukrayna, Romanya ve Yunanistan'da yaşayan, çoğunluğu Ortodoks-Hıristiyan olan bir Türk topluluğu.Ayrıca Trakya'nın yerli halkı olan Müslüman Gacallar'ın da Gagavuzlar'dan geldiğine inanılmaktadır. Gagavuz adı ilk defa 1817 tarihli Rus nüfus sayımındaki belgelerde geçmektedir. Türkiye'de ve dünyada daha çok Gagauz şeklinde kullanılmaktadır. Türkiye'de ilk olarak İstoyan Cansızov'un "Balkan Şib-i Ceziresinde Türkler" (Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, c.17, İstanbul 1328) adlı makalesinde Gagavuzlardan bahsedilmiştir. Gagavuzlar hakkında ilk önemli bilgileri veren Yaşar Nabi Nayır, Türk Gagauzlar olarak kaydettiği Gagauz adının, Gök sözcüğünden gelen Gaga sözüyle Oğuz adının birleşmesinden meydana geldiğini, bunun için de bu Türklere GökOğuz denilebileceğini söyler.Yaşar Nabi Nayır'ın bu şekilde ortaya attığı Gök-Oğuz adı, yakın dönemlere kadar popüler bir adlandırma olarak kullanılmıştır. Gagavuzca çoğunluğu Moldova'daki Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi'nde yaşayan Gagavuzların konuştuğu dildir. Yaklaşık 300.000 kişi tarafından konuşulur. Gagavuzca, Oğuz grubuna bağlı bir Türk dilidir. Hindistan ve Pakistan Türkleri ;İskitlerin Kuzey Hindistan'ı zaptı ile tarihin 900 yıllık döneminde Türklere yurtluk yapmış Pakistan ve Hindistan coğrafyasında bugün nüfusları 22 milyonu bulan, Urduca konuşan ve özbeöz Türk kanı taşıyan Mugal Türkleri. İngilizlerin, Hint-Moğol veya Mughal İmparatorluğu diyerek Türk kimliğini gizlemeye çalıştığı Babürlüler’in torunları bugün Hindistan ve Pakistan’da yaşamaktadır. Geniş bir alana yayılmış olan Mugal Türkleri, Pakistan’ın Sind ve Pencap Eyaletlerinde, Jammu-Keşmir’de, ayrıca Hindistan’ın Uttar Pradeş, Karnataka, Andra Pradeş, Delhi, Gucarat, Madhya Pradeş, Tamil Nadu ve Bihar bölgelerinde dağınık biçimde yaşamlarını sürdürüyor. Moğolistan Türkleri ;KAZAKLAR (HASAG) 150 bin civarındaki Nayman ve Kirey kökenli Kazaklar, ülkenin kuzeybatısındaki Bayan Ölgiy ve Hovd aymağlarında yaşıyorlar.Sovyetlerin yıkılmasıyla birli kte Kazakistan'a yapılan göçler sonucu, nüfusları tam bilinmiyor.Buna rağmen, 95 bin'i Bayan Ölgiy'de, 40 bini Hovd'da olmak üzere 150 bin civarında Kazak olduğu tahmin ediliyor. Bayan Ölgiy önceleri bir Kazak aymağı idi (aymag, vilayet demektir). Şu anda Kazakların Kazak Liberal Partisi var, ayrıca radyo yayını yapıyorlar.Kazakların diğer oymak ve boyları ise şunlar; Tartuşlar Aşağı ve Yukarı Tartuşlar diye ikiye ayrılan bu Kazak soylular, Kirey Kazaklarının ardılıdırlar. Hotonlar 6 bin civarında bir nüfusa sahip Hotonlar, Uvs aymağında yaşıyor. Kazak-Kırgız karışımı olan Hotonlar, Uvs gölünün güney batısında ve Bugat şehri ve çevresinde yaşarlar. Müslüman olan Hotonlar Derbed diyalektiyle konuşurlar. Uranhaylar 50 bin nüfusa sahip Uranhaylar Moğolistan'ın yanı sıra Rusya'da ve Çin'de de yaşarlar. Moğolistan'da Hörsgöl ve Uvs aymağlarında yaşarlar. Uranhayların 1921'den 1944'e kadar kendilerine ait bir cumhuriyetleri vardı, ama Ruslar işgal etmiştir. Kuzey sınırı Sayan dağlarında yaşayan DUKHA TÜRKLERİ;Moğolistan'da yaşayan Tuva'dan göç etmiş Türkçe konuşan Şaman Türk kabilesi.Ren geyiği yetiştiriyor sütüyle geçimlerini sağlıyorlar. Tibet Türkleri SALAR'LAR ; Sarı Uygurlar Budist, Salarlar Sünni-Müslüman, Hanefi, Nakşi bir topluluktur. Salarların hayatında din çok önemlidir. Her köyde bir camileri vardır. Nakşi geleneği halen devam etmektedir. Tibetli yada Çinli Müslüman kadınlarla evlenirler. Doğan ilk çocuk iki dilli olur. Türkçe'nin yapısından farklı olan özellikler, o dilin içine girer. Salar okulu yoktur yaşadıkları bölgede. 35 yaş üzeri akıcı bir şekilde Salarca konuşur. 60 yaş üstü (özellikle bayanlar) Salarca konuşurlar. Çocuklar ise bilmez. Şöyle de ifade edebiliriz; nüfusun yaklaşık üçte biri Türkmence'ye yakın bir Türk dili olan Salarca'yı, bir kısmı ise Tibet dilini ve hemen hemen hepsi devlet dili olan Çince'yi konuşur. Salarca'nın iki lehçesi mevcut olup biri Tibet dili ve Çince'den etkilenmiş, diğeri Uygurca ve Kazakça'dan etkilenmiştir. Salarlar günümüzde Latin alfabesini kullanma isteği içerisindedirler. İtalyanların Ataları ETrüks'lerin Türk kökenli olduğu ispatlanmıştır.İtalyanların ataları olan “Etrüsklerin” kökenine inmek gerekmektedir. Etrüskler, tarihte “Ön Türkler” sınıfında yer alan bir kavim. (M.Ö) 1000 yıllarında Avusturya Alpleri’nden Siena, Napoli ve Roma’ya kadar indikleri bilinen Etrüskler İtalya’nın en eski kültürünü oluşturmuşlar. Etrüskler’in yaşadığı Floransa’dan Napoli’ye kadar olan bölgeye “Etrüksya” deniliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İnsanca ve kardeşçe bir yaşam için Türk örf ve adetleri,Atatürk'ün işaret ettiği yol yeterlidir.