TÜRKLERDE AİLE VE SOSYAL YAŞAM

TÜRKLERDE AİLE VE SOSYAL YAŞAM
Türklerde evlilik ayrı bir ev açmak demekti.gelin ve damat ailelerinden kendilerine düşen hakkı alarak ayrı bir hane kurarlardı.Türk kadınının sosyal statüsü yüksekti,erkekler gibi ata biner kılıç kullanırlardı.Türkler genellikle tek eşli evlilik yaparlardı.Sadakatsizlik ve zina bilinmezdi nitekim ibn faldan Oğuz kadınlarından bahsederken,zina diye bir şey bilmezler,böyle bir olay ortaya çıkarsa,o kimseyi iki ağacın dallarını yere eğerek arasına bağlarlar ,dallar bırakıldığında o kişi ikiye bölünür demektedir.Türk ailesi dikkate değer asillikte özellikler taşır.Bu asil yapı eski Türk siyasi ve sosyal hemen her kurumda fertlerin davranışlarına yansımıştır.Mülkiyette,ferdi hukuk'ta,hürriyet ve istiklal tutkunluğunda,ihtiyaçlı insanları himayeye yönelik sosyal davranışlarda,adalette,dini konulardaki toleranslı davranışlarında,devletin baba olarak telakkisinde,Türk insanının sağlam aile yapısı kendisini açıkça göstermektedir.



TÜRKLERDE DİN

TÜRKLERDE DİN
Türkler Ataları Yaseften itibaren tek Tanrıya inanmışlar,öldüklerinde Tanrının yanına gideceklerini kabul etmişlerdir.Türklerin İslamiyetin kabulü öncesi birkaç yüzyıl dini inanç sisteminde bir bütünlük olduğu söylenemez.Bunun sebebi kötü yöneticiler ve Türklere yenilerek Türk devletlerine katılan çeşitli inançlara sahip milletlerin Türk inancını çeşitli yönlere çekmesidir.inanç bazında bakıldığında tam bir çeşitlilik bulunmaktadır.(Halen Müslüman, Hıristiyan, Yahudi,Şaman,tengrici,Ateist Türk toplulukları mevcuttur.) iptidai inanışları olduğu gibi semavi inanışlarıda bulunmakta, Türklerin engin hoşgörüsü buna izin vermektedir. Tengricilik,Budizm,zerdüştlük,mani,hıristiyanlık,yahudilik,şamanizm bir arada yaşamaktadır.Türkler bütün dinleri taassup ve dar görüşlülükten uzak bir şekilde büyük bir tolerans ve müsamaha ile karşılamışlardır.
OĞUZ KAĞAN DESTANI :
Oğuz'un ilk atası, Nuh'un oğlu Yafes'tir. Nuh, yeryüzünü oğulları arasında bölüştürdüğü zaman oğlu Yafes'e Doğu illeri ve Türkistan taraflarını verir. Yafes, Türklerin deyişine göre "Olcay Han" diye anılır. O, göçebe olarak yaşardı. Yaylak ve kışlakları Türkistan'da bulunurdu. Dhib Yabgu, Olcay Han'ın oğludur. Bunun da dört muteber ve şöhretli oğlu vardı: Kara-Han, Or-Han, Kür-Han, Küz-Han. Kara-Han babasının yerine tahta geçer. Bir oğlu dünyaya gelir. Çocuk, üç gün, üç gece anasının sütünü emmez. Herkes, onun öleceğini düşünürken; annesinin rüyasına girer. Çocuk, annesine; “Eğer sütünü emmemi istiyorsan biricik Yaratıcı'yı ikrar ve itiraf et.” der. Kadın, üç gece aynı rüyayı görür. Bu kavim, kâfir olduğundan; kadın, meseleyi kimseye anlatmaz. Kocasından gizli olarak Allah'a iman eder. O anda çocuk, anasının sütünü emmeye başlar. Oğuz'un temizlik ve güzelliğine herkes hayran kalır. Bir yıl sonra konuşmaya başlar. Oğuz daima Allah'ı anıp ona şükreder.
TURAN VE TURANCILIK NEDİR,NE OLMALIDIR.
Turan,İtalya,Macaristan,Finlandiya,Estonya,Urallar dahil Büyük Okyanusa ve Japonya'ya uzanan Türklerin topraklarıdır. Turancılık, Türk insanı,Ural - Altay kavimlerinin özgür yaşamasını, modern,demokratik ,insan haklarına saygılı ve evrensel hukuk kurallarını benimseyerek,tüm diğer halklarla,barış içerisin de yaşamasını savunan, kişiyi inanç ve fiziksel özellikleri ile değerlendirmeyen,Köklü ve güçlü bir Ulus olmanın verdiği adalet değerleri ile dünyada barışın teminatı olabileceğini savunan siyasi bir görüştür.

DÜNYADA TÜRKLER

NOGAYLAR Nüfus : 1.030.000

Bulundukları başlıca şehirler :
Rusya Federasyonuna bağlı Astarhan* Terek* Kızılyar * Açıkulak* Perekop* Çelyabinsk * Bulgaristan'ın Şumnu* Dobruca ve Türkiye'nin Ankara -Polatlı * Şereflikoçhisar * Konya-Kulu * İstanbul* osmaniye* Adana* Çorum* Eskişehir * Bursa* Kütahya Gaziantep* Isparta-Senirkent şehirlerinde yaşamaktadırlar .
TARİHÇE

Türk tarihinde Nogay sözüne ilk olarak Altınordu devletinde rastlanır. Nogay Han, üstün kabiliyeti ve büyük teşkilatçılığı sayesinde Altınordu devletinin en yüksek mevkilerine çıkar. Nogay Han'a tabi olan Türk toplulukları onun adını almışlardır. Nogaylar* 13. yüzyıla kadar, Deşt-i Kıpçak'ta ( Kıpçak çölünde ) göçebe hayatı yaşadılar. Birleşik bir hayat süren Nogaylar çeşitli sebeplerden dolayı daha sonra dağıldılar. Bir kısmı mekan değiştirirken kalabalık bir kısmı diğer Türk boyları arasında eridiler. 1) Hazar Bozkırı Nogayları :Aşağı itil'in geniş deltasında Astarhan çevresindeki köy ve kasabalarda* Kalmukya'nın güney kesimine düşen Kuma çayının kuzey yöresinde bulunurlar. Kendi ağızlarını unuttukları için Kazanlı diye de adlandırılırlar. Buradaki başlıca toplulukları 11 Kara ağaçlar ( Karagaş) 11 ve Kundurlardır.
2) Kuzey Kafkasya Nogayları : Kafkasya'da beş bölgede yer alırlar. Dağıstan'ın Kuma ile Terek akarsuları arasında kendi adlarıyla anılan bozkırda özellikle Kızılyar yöresinde Hasavyurt ve Açıkulak kazalarında kalabalık bir topluluk halinde bulunurlar. 3) Kırım Nogayları :Nogaylar Kırım yarımadasının kuzeyindeki ovalık alan ile dağlık kesimin kuzey eteklerinde* Perekop kasabası çevresinde kuzeydoğuda Azak denizine dökülen çaylar ( Tolmak Bedri vb. ) boyunda yaşamaktadırlar. 4) İdil-Ural Havzası Nogayları : Burada Tatarlar arasındaki Nogaylar( Nagaybaklar ) küçük bir etnik topluluktur. Günümüzde Başkurdistan'da ve Başkurdistan'ın kuzeydoğu komşusu Çelyabinsk vilayetinin Yukarı Ural çevresinde yaşamaktadırlar. Nogaybaklar Kuzey ( Kıpçak ) Türkçesinin Başkurt unsurlarının da karıştığı Tatar ağzıyla konuşurlar. Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebindendirler. Başkurdistan'daki Nogaylar Kuzey Türkçesi'nin Başkurt ağzıyla konuşurlar. 5) Batı Türkistan ( Kazakistan ) Nogayları :Bu büyük bölgenin Kazaklar arasındaki Nogaylar'ı onların boy düzeninde Orta ve Kiçi ( Küçük ) cüzlerde bulunurlar. Orta cüzdekiler şecereye göre Kongırat kolunun Camanbay'ından gelirler. Buradaki Nogay'dan da Satıbaldı, Tokas Şahan urukIarının ataları çıkmıştır. Kazakistan'daki Nogay obaları şimdi Kızılorda.tümeninin Canga-Korgan yöresinde yaşamaktadırlar. Hepsi Kuzey Türkçesinin Kazak ağzıyla konuşurlar. 6) Kırgızistan Nogayları :Kırgızlar arasındaki boy düzeninde Ön-Kol'a bağlı Çirik boyunun Nogay adlı bir oymağı vardır. Onlar Kuzey Türkçesi'nin Kırgız ağzıyla konuşurlar. 7) litvanya Nogayları :Polonya'nın kuzeyinde ve Baltık denizinin doğu yanında yer alan bölgede yaşarlar. Nogaylar'a ''Litvanya Tatarlar''ı da denir.Buradaki Nogaylar sadece dinlerini (İslam'ı) muhafaza edebilmişlerdir. 8) Romanya Nogayları :Yüzyıllarca önce Karadeniz'in batı kıyılarına göçmüş bulunan Nogaylar çağımızda Tuna ırmağı deltasının sağ yöresindeki Dobruca bölgesinde ( Köstence ili ) dağınık olarak yaşarlar. 9) Bulgaristan Nogayları :Tuna'nın güneyindeki Deliorman bölgesinde *Şumnu (Kolarovgrad ) çevresindeki köylerinde yaşarlar. 10) Türkiye Nogayları : iki yüzyıl önce Türkiye'ye gelmiş Nogaylar Orta Anadolu'ya yerleştirildiler. Bugün Nogaylar Ankara'nın Polatlı ve Şereflikoçhisar ilçelerinin bazı köylerinde Konya'nın Kulu ilçesinin bazı köylerinde İstanbul,Osmaniye,Adana,Çorum, Eskişehir,Bursa,Kütahya,Gaziantep ve Isparta'nın Senirkent ilçesinde yaşamaktadırlar. NOGAYLILARIN NÜFUS DURUMU Hazar Bozkırı 135.000 Dağıstan 147.000 Stavropol 163.000 çeçen-inguş 125.000 Karaçay-Çerkez 35.000 Azak Doğusu 170.000 Litvanya 15.000 Dobruca 90.000 Türkiye 150.000 Toplam 1.030.000 Moğolistan Türkleri: Moğalistan Çin egemenliğinde uzun bir süre yaşadıktan sonra 1924'te "Moğolistan Halk Cumhuriyeti" olarak kurulmuştur. Mogolistan Türklerin tarihinde ve geçmişinde önemli yer tutmuş ve ilk Anayurtlarının bir parçası olmuştur. Ayrıca Türklerin ilk bilinen yazılı metinleri Orhun Yazıtları (Kitabeleri) ve Yenisey Nehri kıyısındaki Kırgızların mezar kitabeleri 731-732 bu bölgededir. Bu anıtlar Bilge Kağan ile Kültiğin adına dikilmiş Yuluğ Tiğin tarafından yazılmıştır. Türklerin birleşik Hanlığı Moğolistanda 546 da Orhon Nehri kıyısında kurulmuştur. Bölge 840'ta Uygur Türkleri'nin egemenliğine geçmiştir. Moğol împaratorluğunun çökmesi sonucu Uygur Türkleri'nin topraklan 1644-'ten 1911'e kadar Mançu Hanedanı'nın egemenliğine geçmiş ve burada Kazak Urianhay ve Hoton boyları arasında yedi Türk toplumu yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ayrıca bölgede Özbek ve Uygurlar da az sayıda bulunmaktadır.Bugün Moğolistan Halk Cumhuriyeti içinde 152.000 kadar Türk Halkları oldugu tahmin edilmektedir. 120.000 Kazak* 26.000 Urianhay* 6.000 Hoton* Türk dili konuşan ve Türk kökenli hane halklarıdır. Türk Halkları çoğunlukla ülkenin Kuzey ve Kuzeybatısında yaşamaktadırlar* Moğolistan Anayasasının ırk* cins* milliyet* din gözetilmeksizin eşit haklar verdiği sanılmaktadır. Ve Moğol Anayasası'nda Türklere siyasal* ekonomik* sosyal halkların verildiği yazılmaktadır. Hatta Sovyet Kazakistan'ından buraya öğretmen* doktor* getirildiği kaynaklarca doğrulanmaktadır. Bu bölgede ki Kazaklar hayvancılıkla uğraşmakta ve çiftçilik yapmaktadırlar. Bölgedeki Kazaklar milli kültürlerini korumaya büyük çaba göstermişlerdir. Moğolca konuşan ve Altay dağlarında yaşayan Urihanhay'lar ve Hotonlar. hayvancılık ve avcılıkla geçimlerini sağlarlar. Moğolistan'da 14 yaşına kadar eğitim zorunludur. 11 yıllık tarım ve sanayi okulları vardır. Okullarda Kazak programları,Moğol programlarının yanında uygulanmaktadır. 1986 verilerine göre Kazak bölgesinde dokuz ilkokul* onaltı ortaokul* bir de öğretmenokulu'nun olduğu kaynaklarca doğrulanmaktadır. Buradaki öğrenciler genellikle Kazakistan Cumhuriyeti Üniversitelerine* Alma-Ata'daki teknik okullara gitmektedirler. Moğalistan'da din ve devlet işleri ayrı olup herkesin ibadet özgürlüğü bulunmaktadır. Türk halklarına ait camiler bulunduğu gibi Şamanizm ve Ataizm izlerine de rastlanmaktadır. Eğitimde Kiril Alfabesi'ni kullanmaktadırlar. ----------------------
Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına; Bulgarlar* "Ogur" adı verilen* çeşitli Türk boylarından meydana gelen bir boylar birliğidir. Bu boylar içerisinde* Onogur* Oturgur* Saragur ve Kutrigurlar başta gelmektedir. Önceleri Asya Hun İmparatorluğu'nun batısında oturmakta iken* Hun İmparatorluğu'nun parçalanmasından sonra* II. Yüzyılın sonunda Kafkasya'ya geldiler. Burada iki yüzyıl kadar kaldıktan sonra Karadeniz'in kuzeyinde Büyük Bulgar Hanlığı'nı tesis ettiler. Fakat Hazar Devleti'nin baskısına dayanamayarak Tuna havzasına yerleştiler. 681 yılında Tuna Bulgar Devleti'ni kurdular ve yüksek bir kültüre sahip olduklarından buradaki halklara üstünlük sağladılar. Yalnız çevredeki Slav milletleri değil, Bizans'ı bile etkilediler. Fakat kendileri Türk boylarından meydana geldikleri halde geniş bir Slav-Ortodoks kitleye egemen olmuşlardı. Sayılarının azlığı zamanla onların bu geniş Slav-Ortodoks kültüründen etkilenmelerine sebep oldu. 864 yılında Hristiyanlığın Ortodoks mezhebini kabul ettiler. Slavca resmi dil oldu. Türkçe ünvanlar atıldı. Bu sırada Sırplar ile sıkı bir mücadeleye girişildi. X. Yüzyılda devlet zayıfladı ve 1018'de Bizans'ın egemenliği altına girdi. Böylece Birince Bulgar Çarlığı ortadan kalktı. Bu tarihten sonra Karadeniz'in kuzeyinden gelen Kuman* Kıpçak ve Peçenekler* Bulgaristan'ın nüfus yapısına katkıda bulundular. 1185 yılında Bizans'ın etkisinden kurtulup Misya'da İkinci Bulgar Çarlığı'nı kurdular. İkinci Bulgar Çarlığı 200 yıl kadar bağımsız olarak yaşadı. Fakat sonra daha büyük ve kalıcı bir gücün etkisi ile karşı karşıya kaldı. Bu güç Osmanlı Devleti idi. XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumeli'ye geçmeye başlayan Osmanlılar Çimpi kalesinin alınması ile başlayan fetihlerine Gelibolu ile devam ettiler. Daha sonra İstanbul Vize ve Edirne yönünde üç koldan ilerleyerek yeni topraklar elde ettiler. Bu ilerleyişi desteklemek için Anadolu'dan savaşçı oymaklar getirildi ve uçlar gittikçe geride yeni yerleşim alanları kuruldu. Daha önce ıssız ve güvensiz olan kırsal bölgeler sosyal ve ekonomik bir canlılık içerisine girdi. Özellikle vakıf sistemine dayanan dini ve ticari kurumlar hem yeni yerleşim birimlerinin kurulmasında hem de var olanların gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Edirne* Filibe* Serez* Üsküp* Sofya* Silistre* Tırhala* Yenişehir ve Manastır* bu türlü yerleşim merkezlerinin başında gelir. Osmanlı Devleti küçük devletler ve derebeylerin elinde parçalanmış bulunan Balkan topraklarını kendi idaresinde ve güçlü bir devlet çatısı altında birleştirdi. Bu arada Bulgaristan 1363-1393 yılları arasında verilen mücadeleler sonunda bir Osmanlı toprağı haline geldi. Bu şekilde İkinci Bulgar Çarlığı da tarihe karışmış oluyordu. Bulgaristan Osmanlı yönetimi altında" güzide bir vatan toprağı" olarak işlem gördü. Çünkü Bulgaristan Rumeli'de bulunuyordu ve bu bölge Osmanlı fetih politikasına göre bir "dârü'l-cihâd" idi. Anadolu Selçuklular zamanında Türk-İslâm karakterini kazanmıştı. Artık sıra Rumeli'deydi. Bulgaristanda Rumeli'nin İstanbul'a en yakın bölgesi olarak bu politikadan nasibini aldı. Şenlendirmek amacıyla kitleler halinde yapılan göçlerden sonra Timur istilası bu göçleri daha da artırdı. Kısa zamanda Trakya Doğu Bulgaristan Meriç vadisi ve Dobruca Türk nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeler konumuna geldi. Filibe başta olmak üzere Vidin Rusçuk* Ziştovi* Silistre ve Niğbolu gibi şehirler* imparatorluğun önemli merkezlerini oluşturdu. Fetih öncesinde derebeylerin elinde parçalanan topraklar birleştirildi ve "devlet malı " haline getirildi. Onu işleyen köylüler de sürekli bir kiracı konumuna girdi. Köylü bu kiraya ait belli birkaç vergiyi ödedikten sonra hiçbir şekilde angarya ile yükümlü tutulmadı. Kısaca Bulgar halkı uzun zamandan beri unutulmuş bir rahatlığın tadına kavuştu. Kurulan yeni yerleşim birimleri; çeşitli adlar aldı. Bunlar kurucusunun,yerleşen Türk oymağının,Anadolu'dan geldikleri yerin adlarıyla veya bir başka şekilde anıldı. Bu konuda Kayı Menteşeli Turahanlı Doğancı Hacı-Timurhan Burhan Baba Selman Dede ve Eskice -Pazar gibi adları sayabiliriz. Zaviyeler ve Türk dervişleri Rumeli'nin sosyolojik fethi bakımından çok önemli bir görevi yerine getirdiler. Asıl Müslüman nüfusu Anadolu'dan gidenler oluşturdu. Ayrıca hem inanç tercihi hem de hakim unsur zümresine dahil olmanın avantajlarından faydalanmak amacıyla İslamiyet'i kabul edenler oldu. Bulgaristan,Osmanlı İmparatorluğu'nun içinde Rumeli Eyaleti'nin önemli bir bölümü olarak yer aldı. Klasik dönemde Bulgaristan'ı Sofya* Silistre* Vidin* Köstendil* Niğbolu* Vize ve Çirmen sancaklarına ayrılmış olarak görüyoruz. Bu dönemde Bulgaristan'ın önemli yerleşim birimleri şu şekildedir.Ahyolu* Akçakızanlık* Çırpan* Eskizagra* Filibe* Hırsova* Karinabad* Niğbolu* Pravadi Razgrad* Ruskasrı* Silistre* Şumnu* Tırnova* Varna* Yenizagra. Bulgaristan XVII. Yüzyıldan itibaren çeşitli idari birimlere bölündü. Hatta Silistre ve Niğbolu Rumeli Eyaleti'nden ayrılarak yeni kurulan Özi Eyaleti'ne bağlandı. Diğer taraftan saray* köprü* han* kervansaray* imaret* çeşme* su kemeri* sebil* cami* mescid* tekke* mektep* medrese* hamam* kaplıca* ılıca* bedesten* çarşı* dershane* hastahane* kütüphane ve saat kulesi olarak* Bulgaristan'da yapılan eserlerin sayısı 3.500 civarındadır. Bu eserler* yalnız Türklerin değil* gayri müslümlerin ihtiyaçlarına yönelik sosyal kurumlar olarak da hizmet verdi. Dini eserler bir tarafa bırakılacak olsa bile Bulgaristan'da 273 mektep* 142 medrese* 116 han* 113 hamam* 24 köprü* 75 çeşme ve 16 kervansaray yapıldığını görüyoruz. Osmanlı Devleti XVIII. Yüzyıl boyunca Rusya ve Avusturya ile iki cepheli olarak çeşitli savaşlar yapmak zorunda kaldı. Bulgaristan büyük ölçüde bu savaşlara sahne oldu. Diğer taraftan Fener Patrikhanesi'nin Bulgarları asimile etmek isteyen politikası ve yere yöneticilerin çeşitli yolsuzlukları Rumeli gibi Bulgaristan'ı da olumsuz yönde etkiledi. Bunların sonucunda merkezi otoritenin etkisini kaybetmesi üzerine Osmanlı idaresi ile sağlanan huzur yavaş yavaş kaybolmaya başladı. 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması'ndan sonra Bulgaristan diğer bir adlandırma ile "Tuna Boyu" Osmanlı Dünyası'nın Avrupa serhaddini meydana getirdi. Artık Bulgaristan Rus orduları tarafından bir geçiş güzergahı haline gelecektir. Bulgaristan'da Türk Varlığı: Osmanlı gazilerinin Gelibolu yarımadasına çıkmalarıyla başlayan Şark Meselesi önce Türklere karşı Avrupa topraklarını nasıl koruyabilmek ve 1683 Viyana bozgununndan sonra Türkleri Avrupa topraklarından nasıl atabilmek sorularına cevap aramak endişesiyle yaratılmıştı. Bu süre içinde* Türk dinamizminden ürken Hristiyan dünyası Türkün çirkin bir görünümünü yaratmak istemiş gerek edebiyat ve gerekse sanatında bu konuyu özellikle işlemişlerdi. XVIII. yüzyılın sonuna doğru yaklaşıldığında bünyesinde ekonomik kültürel ve teknolojik değişmeyi geliştirerek güçlü ülkeler arasına katılan Rusya, Fransa ve İngiltere ile birlikte karşısında ortak bir sorun bulmuştu: Gerilemekte olan Osmanlı İmparatorluğu'nun geleceği. XIX. Yüzyılla birlikte sorun Türk'ü Avrupa topraklarından atmaktı. ancak bununla yetinilmezdi. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda 31 Ekim 1918'den sonra 21 ay 11 gün boyunca uzun süren pazarlıklar Türkiye'nin paylaşılmasını gündeme getiriyordu. Ancak Türkün şanlı istiklal mücadelesi buna imkân vermedi. Şark Meselesini halletmek üzere olduklarını düşünenler genç ve kuvvetli Türkiye Cumhuriyeti'yle karşılaştılar. Fuad Köprülü'den bu yana artık kuruluş şartları pek iyi bilinen ve bir yandan eski Türk geleneğine diğer yandan da İslâmî esaslara dayanan Osmanlı devletinin gelişme yönü sürekli Batıya doğru olmuştur. 1345'e doğru kendisi gibi bir gazi beylik olan Karesioğullarının ilhâkı Osmanlılara Edremid Körfezi ile Kapıdağı arasındaki bölgeyi kazandırarak onları Avrupa toprakları karşısına getirdi. Karesi gazileri bu önemli uç bölgesine atanan Orhan Bey'in enerjik oğlu Süleyman'ı Rumeli'de fütuhata teşvik ettiler. 1346'dan 1352'ye kadar geçen süre içinde Osmanlılar Aydınoğlu Gazi Umur Bey de haçlılarla uğraştığı için bu bölgede gazayı yürüten tek kuvvet olarak Balkanlardaki Bizans'ın durumundan yararlandılar ve 1352'de adım attıkları Rumeli'de sürekli ilerlediler. Bu ilerlemede Osmanlıların hemen bir uç oluşturarak orayı yeni bir hayat ve faaliyet alanı olarak belirlemelerinin büyük rolü olmuştur. Kronolojiyi kısaca hatırlarsak 1357'de Süleyman Paşa'nın ölümü üzerine Şehzâde Murad'ın lalası Şahin ile birlikte bu bölgeye gelmesi 1361'de Edirne'nin fethi Kuzeye doğru fütuhatı ilerletmek için oluşturulan uç kollarının faaliyetini hızlandırdı. 1366'da artık Rumeli'de yeterince kalabalıklaşmışlar ve sağlam bir şekilde tutunmuşlardı. Bu göç hareketi fetihleri adeta zorlamaktaydı. XV. yüzyıl ortalarına ait paşa sancakları nüfus tahrir defterleri bu bölgelerde nüfusun % 80-90'a varan büyük çoğunluğunun daha o zamanlarda Müslüman Türklerden ibaret olduğunu göstermektedir. Bu deliller* Gregoras ve Dukas gibi Bizans kaynaklarının* "Türklerin kitle halinde yerleşmek üzere geldikleri" hakkındaki ifadelerinin mübalağalı olmadıklarını göstermektedir. Esasen Osmanlılar bunun için Selçuklular tarafından da geniş ölçüde kullanılmış* eski bir kolonizasyon usulü olan ve sürgün denilen yöntemden yararlanarak Türkmen gruplarını özellikle istila yolları üzerinde ve uçlarda yerleştirmişlerdi. Diğer taraftan XV. yüzyıla ait vakıflar ve tahrir defterleri* çiftçi halkın da geniş ölçüde kolonizasyon yaptığı ve yüzlerce köyün kurulduğuna tanıklık etmektedirler. Gelen Müslüman Türklerin genellikle Hristiyan köyleere karışmayarak müstakil köyler kurdukları görülmektedir.Fetihlerin ilerlemesiyle uçlarda yeni sınırlara ulaşılmakta ve yeni ilerleme kolları düzenlenmekteydi. Edirne'nin fethinden sonra sol kolda Evranos Gazi komutasında İpsala* Gümülcine* Serez* Selanik yönünde ilerlenirken orta koldaki uç beyi idaresinde Edirne merkez olarak Filibe* Sofya yönünde; sağ kolda da Zağra* Karinabad* Dobruca* Silistre'ye doğru hedefler belirlenmişti. Uçların bu taksim şekli* eski Türk geleneğine bağlı olup ileride Rumeli'deki sancaklar sağ* sol ve orta kol sancakları olarak üçe ayrılacaktır. I. Murad'ın saltanatı döneminde bu ilk üç istikametteki Balkanların başlıca yolları ve merkezleri Osmanlılar tarafından ele geçirilmiş bulunuyordu. Orta kolda Meriç vadisi sağ kolda Tunca vadisi izlenerek Balkan dağları eteklerine daha 1366 yılında varılmıştı. Oradan Sofya'y* 1385'lerde ulaşıldı. 1386'da Niş zaptolundu. Fetihler sürüp gitti. Osmanlılar birbirleriyle rakip olmaları yüzünden müttefik bulmada zorluk çekmediler. Mesela 1365-66'da Bulgaristan'ın kuzeyinden Macarlar ve Eflak Beyi tarafından istilaya uğraması Bulgar Kralı Şişman'ı Osmanlılara tâbi hâle getirmişti.Diğer taraftan Osmanlılar Balkan anarşisi içinde birleştirici dinamik bir kuvvet olarak meydana çıktıktıkları zaman Bizans ve Balkanlar yalnız siyasî bakımdan değil sosyal ve dinî bakımdan da derin bir ayrılık içindeydi. Merkezî otoritenin yokluğu iç harpler eyaletlerde senyörlerin toprak ve köylü üzerinde çok sıkı ve keyfî tasarruf ve tahakkümünün yerleşmesi sonucunu vermişti. Toprağa bağlı köylü senyöre mahsul vergisinden başka bir takım angarya hizmetler de yapmak zorundaydı. Odun ve saman temini öküzlerle senyör için haftada iki veya üç gün hizmet bunların en yaygın ağırlarıydı. Osmanlı yönetimi gelince şu prensipleri tatbik ederek Balkanlarda adeta sosyal bir inkılabın temsilcisi oldu. Öncelikle bütün tarım toprakları üzerinde devletin yüksek mülkiyet haklarını tesis ettiler başka bir deyişle toprağı sıkı şekilde devlet kontrolü altına aldılar. Mahallî senyöriyal hakları ilga ettiler ve mahallî senyörlükleri kaldırdılar. Bunun doğal bir sonucu olarak senyörlerin ve manastırların köylü üzerindeki angarya ve imtiyazlarını lağvettiler. Özelliklerini kısaca açıkladığımız bu yönetim düzenini kuran Türklerin başvurdukları fetih sistemi komşu devletlerdeki hükümdarlıkları ele geçirip buralarda yerleşmek sonra yerli hanedanları tedrici şekilde yok ederek o bölgeler üzerinde kontroller kurmaktı. Bu o bölgedeki yaşayan ahalinin assimile edilmesi demek değildir. Ortadan kaldırılan feodal yöneticilerdir. Bir Arnavut tarihçi olan Selami Pulaha tarafından 1974 yılında Tiran'da yayınlanan 1485 Tarihli İşkodra Tahrir Defteri'ni (Defter-i Mufassal-ı Liva-i iskenderiye) incelediğimiz zaman ilk göze çarpan husus yer ve şahıs adlarının orijinalitesini koruduğudur. Dr. Gyula Kaldy-Nagy'nin 1971 yılında yayınlamış olduğu Kanunî Devri Budin Tahrir Defteri (1546-1562)* Macaristan'daki Türk hakimiyetini daha yakından tanımaya imkân vermektedir. "Nahiye-i Budun der liva-i Paşa" başlığı altında Nefs-i Budun'daki şahıs adlarının ve mahallelerin büyük bir kısmının gayrimüslimlerden oluştuğu görülmektedir. Halbuki daha sonra bahsedeceğimiz Sofya Tahrir Defteri'ne göre Sofya şehrinde nüfus çoğunluğu Müslüman Türklerdir. Hatta defterin önsözünde de belirtildiği gibi bazı Macarca kelimelerin defterde kullanıldığı görülmektedir. Mesela biro=muhtar* diak= kâtip* varos= şehir... gibi. Mc. Govan* Bruce W. tarafından 1983 yılında yayınlanan Sirem Sancağı Mufassal Tahrir Defteri* Osmanlılar devrinde Sirem'in nasıl yönetildiği hakkında geniş bilgi vermektedir. Belgede Türklerin fetih politikaları ile ilgili oldukça ilginç kayıtlar bulunmaktadır. Burada ilgimizi çeken husus Osmanlıların en belirgin fetih ve yerleşme politikası olan; bir bölgeyi aşamalı olarak merkezî yönetim altına alma yöntemidir. Sirem sancağının sakinleri Sırplar olduğu için yer ve şahıs adlarının çoğu Slavcadır. Sirem sancağında da nahiye ve köy adlarının büyük bir kısmı eski yer adlarının devamıdır ve yayınlayan tarafından da belirtildiği gibi çoğu Slavcadır. Burada Masanstır-ı İstari ve Kızıl Kilise gibi yerleşim merkezleri vardır. Sancağın İlok kasabası şehir merkezi olarak çoğunlukla Müslüman Türklerden oluşmaktadır. ancak az sayıda da olsa gayrimüslim isimlere rastlanmaktadır. Aynı kazanın köylerinden ikisi Müslüman Türk 37'si gayrimüslim ve üçü de karışıktır. Müslüman Türk olmayan köylerin bir kısmında bir veya iki hane Müslüman Türk bulunmaktadır. Pek çok kazası olan Sirem sancağının öteki kazalarının da durumu İlok ile benzerlik göstermektedir. Buraya kadar sıraladığımız örnekler* Osmanlıların Balkanlardaki egemenliği gerçekleşirken bugünkü bazı tarihçilerin iler sürdükleri gibi sistemli bir ihtida yani İslamlaştırma politikası takip etmediklerine delildir. Nitekim Batılı bir Osmanlı tarihçisi olan Machicl Kiel 1985 yılında yayınladığı Art and Society of Bulgaria in tihe Turkish Period adlı eserinde bu görüşleri aynen desteklemektedir. Zaten böyle bir zorlamayı gerektirecek bir davranışa yönelmeleri söz konusu olmazdı. Şöyle ki 1. Osmanlı devleti* Orta-Doğu İmparatorluklarının çoğu gibi bir takım kaynaklardan beslenen özellikle eski Türk geleneğinden etkilenen bir yönetim anlayışını İslami teoriye dayandırmıştı. İslam hukuku olan fıkıh* temel olarak Müslümanların ilişkilerini düzenleyen kurallar getirmiş olmasına rağmen Müslüman olmayanların da İslam halifesinin otoritesini tanıdıkları takdirde zimmî statüsüne alınarak hangi esaslara tabi olacaklarını belirlemişti. Yönetim açısından onların gayrimüslim olmaları herhangi bir zorluk yaratmıyordu. O nedenle İslama davet ya da kendiliğinden hidayete erme ancak sevinçle karşılanan bir olgu olarak değerlendirilmekte ve bu tür yeni din kardeşleri hüsnü kabul görmekteydi. 2. Balkanların fethinde biraz önce de açıkladığım gibi Osmanlılar "uç" geleneğinin itici gücünden yararlanmışlardı. Uç hayatının hoşgörülü elektrik nitelikleri zimmî denerek padişahın koruyuculuğu altına alınan gayrimüslimlere karşı hinterlanddan daha toleranslı bir davranışa sebep olmaktaydı. Fethedilen bölgelere Türk-İslam nüfusun akımı başlıca şu yollarla oldu: 1. Osmanlıların Balkanlara geçip ilerlemeye başladıkları andan itibaren Türkmenlerin de orada yerleşmeye başladıklarını görüyoruz. Bu iş ilerledikçe buna uygun olarak Türkmen taifelerinin sayıları ve önemleri artmış daha sonra da bunları askerî bir teşkilata bağlamak kendilerine mahsus bir nizam ve kanun meydana getirmek gereği ortaya çıkmıştır. Bu vakıanın delillerini hem kroniklerde hem de tahrir defterlerinde bulmak mümkündür. Mesela Aşıkpaşazâde daha 1335'de "Karesi vilayetine gelen göçer evlerin Rumeli'ye geçirildiğini bunların bir müddet Gelibolu civarında sâkin olduklarını" kaydetmekte ve Hayrabolu'ya giderek yurt tutup gaza ile meşgul olduklarını ilave etmektedir. Bunu fethin ilerdeki safhalarında Balkanların bütün bölgelerinde görüyoruz. Rumeli'de tamamen yayıldıktan sonra tahrirlerini ve yükümlülük altına alınmalarını kolaylaştırmak amacıyla Türkmenler ya yoğun olarak bulundukları mevki ve merkezin adına ya herhangi bir niteliklerine ya da o cemaatin reisliğini yapan kişinin adına göre adlandırılmışlar ve resmî işlemlerde böylece tanınmışlardır. Diğer taraftan bu Türkmen gruplarına göre ayrı ayrı defterler düzenlenmiş bunların birer suretleri merkeze gönderilmiş diğer suretleri de Türkmen beylerine verilmiştir. Daima başvurulan gerektiğinde sureti çıkartılarak ilgili kişilere gönderilen bu defterler zaman zaman yenilenmiş yeni durumları tam ve doğru olarak aksettirecek yeni tahrirler yapılmıştır. Sibirya Türkleri

SİBİRYA BÖLGESİNDE YAŞAYAN TÜRK BOYLARI: Kumandi Türkleri Tomsk vilâyetinin Bey ırmağı havzasında yaşarlar. Çiftçilik ve hayvancılıkla geçinmektedir. Şaman dininden olup nüfusları 100.000 civarındadır. Tobol Türkleri,Güney Sibirya'da İrtiş ve Tobol havzalarında yaşamaktadırlar. Nüfusları bilinmemektedir. Haklarında bilgi çok azdır. Batı Sibir Tatarları,Obi nehrinin kolu olan Tobol nehri ile Altay ve Hakas Türk Cumhuriyetlerinin bulunduğu bölgeye kadar olan Güneybatı Sibirya'da yaşamaktadırlar.Özellikle Obi İrtiş ve Tobol nehri vadilerinde ve bu vadilerde bulunan Toboj, Tümen, Oms, Tomsk,Novosibir,İrkutsk,Arhangelsk,Çikitinks,Kemerova ve Barabba şehirlerine yerleşmişlerdir. Kazan Tatarları ile yakın akrabadırlar. Nüfuslan 350.000 civarındadır. Telengit Türkleri,Altay Türklerinin bir kabilesidir. Altay dağlarının güney yamaçlarında Teleski gölü civarında yaşamaktadırlar. Şaman dinine bağlı olup nüfusları 5 bin civarındadır. Şor Türkleri, Güney Sibirya'da Hakas Türk Cumhuriyeti'nin batısında Kemerova vilâyetinde yaşamaktadırlar. Aynı bölgede yaşayan Televüt Türkleri ile iç içedirler. Nüfusları 16.800 civarındadır. Bunların 12 bini Kemerova şehrinde diğerleri Kemerova'nın kaza ve köylerinde yaşamaktadırlar. Nüfusları gittikçe azalmaktadır.Yaşadıkları bölge SSCB tarafından bilinçli geri bırakılmış,sosyoekonomik ve kültürel sorunlar çözülmemiştir. Bölgede Türk yerleşim birimleri susuz,elektriksiz ve yolsuz bırakılmıştır. Sor Türklerinin elinden topraklan alınmış kömür ocaklarında çalışmaya mahkûm edilmiştir. 1917 yılına kadar kendi alfabelerini kullanan Şorlara Ruslar zorla Kiril alfabesini kabul ettirerek kültürlerini yok etmeye çalışmışlardır. Bunun sonucu 16.800 Sor Türkü'nden sadece ana dilini bilen 900 kişi kalmıştır. Şor Millî Hareketi özellikle Türk milliyetçiliği ve kültürü muhafaza üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Pedagoji enstitüsünde son yıllarda açılan Şor dili bölümü Rusya Federasyonu'na rağmen eğitimini sürdürmeye çalışmaktadır. Semey nükleer poligonunda yapılan nükleer denemeler kömür ocaklarından çıkan radyoaktivite ve kömür tozları Televütler gibi Şorları da etkilemiş çok sayıda çocuk hasta ve sakat doğmuş ölüm oranlan artmıştır. Bütün bunlara rağmen ata folklorunu,kültürünü ve dilini kanlarında saklayarak Türk kimliğini unutmadan bugünlere gelmesini başarmışlardır. Televüt Türkleri, Telengitlerin bir kabilesidir. Güney Sibirya'da Kemerova vilâyetinde yaşamaktadırlar. Bir zamanlar on binlerle ifade edilen sayıları bugün 2.800 kişiye düşmüştür. Bunun 2500'ü Kemerova'da diğerleri ise Kemerova'nın köylerinde yaşamaktadır. Televüt Türklerinin nüfuslarının bu şekilde azalmasının en büyük sebepleri Rusya Federasyonu'nun uyguladığı asimilâsyon politikası ile birlikte 1943-53 yılları arasında nükleer denemelerin sıklıkla yapıldığı Seney nükleer poligonunun bölgede bulunmasıdır. Bu nükleer denemeler sonucu binlerce kişi hastalanmış ölmüş çocuklar sakat doğmuştur. Diğer bir sebep Televüt topraklarında bulunan zengin kömür ocaklarıdır. SSCB zamanında toprakları bu kömür yüzünden elinden alınan Televütler yoksulluğa itilerek kömür ocaklarında çalışmaya mecbur edilmiş,kömürün taşıdığı radyoaktivite ve kömür tozlan ile yaşamaya mahkûm edilmiştir. Bunun sonucunda kanama hastalığı (hemofili) Televüt Türklerine illet olmuş* yol* su* elektrik* sağlık ocağı olmayan bölge Rusya tarafından ölüme terk edilmiştir.Nükleer felâket kömür ve hemofili Televüt Türklerini yok olma tehlikesi ile karşı karşıya getirmiştir. Televütler Altay Cumhuriyeti'ne göç etme hazırlığı içerisine girmişlerdir. Dolgan Türkleri, Güney Sibirya'da Şor Türkleri ile komşudurlar. Özellikle Krasnoyask vilâyetine bağlı Dolgan-Nenets muhtar bölgesinde yaşamaktadırlar. Saha Federe Türk Cumhuriyeti'nde yaşayan birçok Dolgan (Sahalaşmış-Tunguz) Türk'ü bulunmaktadır. Nüfusları tahminen 5 binin üzerindedir. Tofa Türkleri, Moğolistan Cumhuriyeti kuzeyinde Baykal gölünün doğusunda bulunan İrkuts vilâyetinde yaşamaktadırlar. Nüfusları kesin olarak bilinmemekle birlikte 2.000 kişilik bir kabile olduktan tahmin edilmektedir. Türkçe konuşmaktadırlar. Kumarı Türkleri, Şor'da yaşamaktadırlar. nüfusları 6 bin kişi civarındadır Afganistan Türkleri, Nüfusları 1.800.000 civarında olup yaşadıkları şehirler* Farab* Belh* Samangan* Kunduz* Tahhar ve Bedahşan'dır. Bunlar Özbekler* Türkmenler* Kazaklar ve Kırgızlar olarak alt gruplara ayrılmış olup sürekli bir iç savaşın yaşandığı ülkede durumları belirsizdir. Ancak Özbek General Raşid Dostum komutasındaki Özbekler Taliban vb. gruplara karşı mücadele vermektedirler. Afganistan'da Türk dilini konuşanlar genel nüfusun % 10'unu kapsarlar. Türkçe burada üçüncü sırada dil grubudur. Afganistan'da sağlıklı bir nüfus sayımı yapılamadığı için verilen değerler tahminidir. Afganistan'daki Türk grupları şunlardır; Özbekler: Afganistan'da* Farab* Belh* Mezar-ı Şerif* Samangan ve Kunduz'da yaşamaktadırlar. Sayıları 1 ile 1.5 milyonu bulduğu sanılmaktadır. Çiftçilikle ve hayvancılıkla uğraşırlar. Türkmenler: Ülkenin Kuzeybatısında yaşarlar. Tahmini sayıları 200 bin civarındadır. Bunlar Teke* Şalar* Sarık* Çekra* Mavrı* Tarık aşiretleridir. Genellikle göçer vaziyette yaşamaktadırlar. Kırgızlar: Afganistan'ın kuzeybatısında Tahhar ve Bedahşan bölgelerine yerleşmişlerdir. Sayıları 90 bin civarındadır. Büyük çoğunluğu hayatlarını göçebe olarak sürdürmektedirler. Kazaklar : Sayıları azdır. Tamamı göçebe olarak yaşarlar. Çin bölgesinden göçebe olarak geldikleri zannedilmektedir.Afganistan'da Türk dili konuşanların okuma-yazma oranları çok düşüktür. Ekonomileri pamuk ve şeker pancarına dayanmaktadır. Ayrıca hayvancılık önemli bir yer tutar. Karakul koyunu ve el halıcılığı revaçtadır. Ahıska Türkleri, 1578 yılından 1828 Rus işgaline kadar Anadolu'dan bölgeye yerleştirilen ve Anadolu Türklüğü'nün ayrılmaz bir parçası olan Ahıska Türkleri'nin asıl vatanı bugünkü Gürcistan Cumhuriyeti'nin toprakları içinde kalan ve Türkiye ile komşu olan Ahıska* Ahılkelek* Aspinza* Adıgen ve Bogdanovka vilayetleridir. Buraya yerleşen Türkler'e Ahıska Türkleri denmesinin sebebi ise bu vilayetleri içine alan bölgenin coğrafi isminin Ahıska olmasından ileri gelmektedir. Son 70 yılda 3 defa sürgüne uğrayan ve 1944 yılında kanlı diktatör Stalin'in hışmına uğrayan ve sürgüne tabi tutulan bir Türk grubu da Ahıska Türkleri'dir. Ahıska Türkleri bu kanlı sürgünde SSCB'nin birçok bölgelerine dağıtılmışlar ve binlerce şehit vermişlerdir. Ahıska Türkleri bugün 13 Cumhuriyetin 264 değişik bölgelerinde yaşamaktadırlar. Rusya Federasyonunu 28 yerleşim biriminde 70 bin* Kazakistan'da 145 bin* Azerbaycan'da 106 bin* Kırgızistan'da 57 bin* Özbekistan'da 30 bin* Ukrayna'da 18 bin* Türkiye'de 200 bin* çeşitli ülkelerde 3000 olmak üzere 629 bin Ahıska Türkü yaşamaktadır.. Bunların sosyal,kültürel ve eğitimle ilgili pek çok problemleri mevcuttur. Bulundukları ülkelerde oluşturdukları kültür merkezlerinde Ahıskalılar kimliklerini koruma mücadelesi vermektedirler.Özbekistan Kazakistan ve Kırgızistan'da Ahıska Türklerinin kurduğu çok sayıda Türk Kültür Merkezinde bu çaba gösterilmektedir.Özbekistan'da bulunan Ahıskalılara ait kültür merkezi Özbekistan Medeniyet Vakfı bünyesinde 1992 yılı başında "Türk Medeniyet Merkezi" adı ile kurulmuştur. Merkezin başında Dr. Ömer Salman bulunmaktadır. Kazakistan Ahıska Kültür Merkezi 1991 yılında Dr. Tevfik Kurdayev Haşimoğlu tarafından Almatı'da kurulmuştur. Merkezde Türkçe din bilgisi gibi dersler verilmektedir. Ayrıca merkez Türkiye'den Kazakistan'a giden Türk vatandaşlarına da kapılarını açmaktadırlar.Kırgızistan'da bulunan Ahıska Türkleri tarafından 1991 yılında kurulan Türk Medeniyet Merkezi'nin başında eski milletvekili İzzet Maksudov bulunmaktadır. Bu üç merkezin stratejik açıdan önemleri çok büyüktür. Türk* Kazak* Kırgız* Özbek kardeşlikleri arasında nifak tohumları ekmek isteyenlere karşı bu merkez mühim görevler üstlenebilecek yapılanmalar haline getirilebilir. Ahıska Türkleri'nin neden sürgüne tabi tutuldukları tam 47 yıl gizli tutuldu. Gerekçe olarak bu 47 yıl boyunca ileri sürülen ise yalnızca tahmin edilen varsayılan gerekçelerdi. 1991 yılında sürgünle ilgili belgelerin önemli ölçüde yayınlanmasıyla konu açıklık kazandı. SSCB'nin Halk İçişleri Komiseri Gürcü asıllı Lavrentiy Beriya savaş sebebiyle bütün yetkileri elinde toplayan Devlet Savunma Komitesi Başkanı Gürcü İ. V. Stalin'e gönderdiği teklif niteliğindeki mektubunda (24 Temmuz 1944) "Gürcistan SSC'nin Türkiye sınırlı bölgelerinde oturan Türk nüfusun önemli bir kısmı yıllardır Türkiye tarafındaki akrabalarıyla temas etmek suretiyle muhaceret eğilimi içerisinde olup kaçakçılık yapmakta,Türk istihbarat organları için casus angaje etme kaynağı oluşturmakta ve eşkiyaya insan gücü temin etmektedir" diyerek bu sebeple 16700 hanenin (86 bin kişilik nüfus* bazı kaynaklarda bu rakam 91 bin olarak ifade ediliyor* ayrıca 40 bin kişi de askerde) Ahıska bölgesinde Orta Asya'ya sürülmesini ve bunların yerine de Gürcistan'ın toprak sıkıntısı çekilen kazalarından 7000 Gürcü hanenin iskan edilmesini teklif ediyordu. Bu teklifini bir hafta sonrasında Stalin tarafından imzalanan yukarıda zikredilen tarih sayılı Devlet Savunma Komitesi Kararıyla da "sürgün" başlıyordu. İşin ilginç tarafı Beriya'nın hazırladığı gerekçeli teklif ile Stalin'in imzaladığı gerekçeli kararın aynı ifadelerden oluşmasıydı. Şüphesiz ki bütün bunlardan daha ilginç olanı gerek teklifte gerek kararda yer alan iddiaların gerçek dışılığı ve ciddiyetten uzaklığıdır. Türk toplulukları içerisinde kendi yönetimi olmayan tek Türk topluluğu olan Ahıska Türkleri kendi okulları ve yayın organları yoktur. Yeni yeni kültür merkezleri dernek veya cemiyet kurmaya başlamışlardır. Geniş bir alana sürüldükleri halde Türklüklerinden hiçbir şey kaybetmemişler bugüne kadar Türk adını şan ve şerefle yaşatmışlardır. Dede Korkut Kitabı'nda "Ak-Sıka" (Ak Kale)* 481 yılına ait kayıtlarda "Akesga" adlarıyla anılan eski Oğuzlar beldesi Ahıska Gürcüce "Yeni Kale" anlamına gelen Ahal-Thise'nin Türkçe ve Farsça şekli olarak da yorumlanmaktadır. İslamın ilk fetihleri esnasında Hz. Osman'ın hilafetine rastlayan dönemde Şam valisi Muaviye'nin kumandanlarından Habib b. Mesleme tarafından ele geçirilen Ahıska 1267-68 yıllarında da Moğolların hakimiyeti altına girmiş* daha sonraki yıllarda bölgenin yarı bağımsız valileri "Atabeğ"ler tarafından yönetilmiştir. Ahıska Atabeğleri Lala Mustafa Paşa'nın Çıldır Savaşı (1578) sonunda Osmanlı idaresine girdiler. Son atabek Minüçihr Osmanlı'ya bağlılığını bildirerek müslüman oldu ve Mustafa Paşa adını aldı. Bu tarihten sonra Ahıska yeni kurulan Çıldır eyaletinin merkezi haline getirildi ve tahriri yapıldı. Ancak Çıldır'ın savaşlarda harap olması üzerine Ahıska eyalet oldu bir ara Safevilerin de eline geçen şehir 1635 yılında tekrar Osmanlı hakimiyetine girdi. 1828 yılında Rusların idaresine girinceye dek tam 250 yıl Osmanlının serhat şehri olarak kalan Ahıska Türkiye sınırlarından kopunca bu bölgede yaşayan Serhat Türklerinin kötü talihi de işlemeye başladı. Türk asıllı ABD'liler, (İngilizce: Turkish American) Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşayan, ABD içinde doğmuş veya ABD'ye göç etmiş Türk kökenli kişilerdir. 2005 yılındaki ABD nüfus sayımında 164.945 ABD'li tamamen veya kısmen Türk kökenli olduklarını belirtmişlerdir.Ayrıca ABD’de kendini Türk asıllı olarak gören 7 milyon bir topluluk vardır. Bunların 3 milyonu “Meluncan” 2 milyonu “Kızılderili”dir. Avustralya sınırları içinde özellikle Sidney, Canberra, Melbourne ve Perth'te yaşayan Avustralya Türkleri'nin sayısı 2007 itibariyle 60.000'i geçmektedir. Almanya'daki Türkler, Türkiye'den Almanya'ya göçmüş ve yerleşmiş Türklerdir.sayıları 3.000.000 cıvarındadır. Ayrıca Avrupada 2.000.000 üzerinde Türk yaşadığı resmi kaynaklarca belirtilmektedir. Sincan Uygur Özerk Bölgesi ( pinyin: Xīnjiāng Wéiwú'ěr Zìzhìqū; Uygurca: شىنجاڭ ئۇيغۇر ئاپتونوم رايونى Shinjang Uyghur Aptonom Rayoni), Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içerisindeki Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Doğu Türkistan olarak da adlandırılır. Nüfusu diğer Türk boyları ile birlikte 30.000.000 cıvarındadır. 2011 Bulgaristan'ın nüfusu 7,364,570'dir. Nüfusun etnik dağılımı ise şu şekildedir: Bulgarlar: 6.655.210 (%83,9), Türkler: 747 000 (%9,4), Romanlar: 370.908 (%4,7), Ruslar: 15.595, Ermeniler: 10.832, Ulahlar: 10.566, Makedonlar: 5.071, Yunanlılar: 3.408, Ukraynalılar: 2.489, Yahudiler: 1.363, Rumenler: 1.088, Diğerler: 18.792 olarak kaydedilmiştir. Yunanistan'ın resmî rakama göre Trakya'da 49.000 (Trakya'da yaşayan müslüman nüfusu 98.000'nin yarısı) ve resmî olmayan tahmine göre 130.000 Türk yaşamaktadır. Batı Trakyadaki Kültür ve Eğitim derneklerinin rakamı ise 150.000'dir. Irak Türkmenleri, Irak'ın kuzeyinden itibaren Telafer, Musul, Erbil, Altunköprü, Kerkük, Tuzhurmatu, Kifri, Kara Tepe, Hanekin, Mendeli ve Bağdat'ın güney doğusunda bulunan Bedre'ye kadar uzanan bir şerit üzerinde yerleşmektedir. Irak’ta Türk/Türkmen nüfusu 2.000.000 ila 3.000.000 civarında belirtilmiştir. Suriye Türklerinin yerleşim bölgelerini köy köy tek tek vererek Türk varlığını ortaya koymuş araştırmacılar kendi hesapları sonucunda Türkmen nüfusun 1 milyon civarında olduğunu kaydetmiştir. Bu ise % 7.5-8 arasında bir orana tekabül etmektedir. Bugün 22 milyonluk bir Suriye’de bunun anlamı 1.5 milyon’dur. BU GÜN TÜRK ASILLI FİNLANDİYA,ESTONYA,MACARİSTAN (JAPONLAR TARTIŞILMAKTADIR,HARİÇ TUTULMUŞTUR.)DAHİL DÜNYADA YAKLAŞIK 400.000.000 TÜRK ASILLI İNSAN YAŞAMAKTADIR.AYRICA AVAR TÜRKLERİNİN,FRANSA,İSPANYA,KARTACA,ALMANYA GİBİ ÜLKELERDE ASİMİLE OLDUKLARI BİLİNMEKTEDİR.