TÜRKLERDE AİLE VE SOSYAL YAŞAM

TÜRKLERDE AİLE VE SOSYAL YAŞAM
Türklerde evlilik ayrı bir ev açmak demekti.gelin ve damat ailelerinden kendilerine düşen hakkı alarak ayrı bir hane kurarlardı.Türk kadınının sosyal statüsü yüksekti,erkekler gibi ata biner kılıç kullanırlardı.Türkler genellikle tek eşli evlilik yaparlardı.Sadakatsizlik ve zina bilinmezdi nitekim ibn faldan Oğuz kadınlarından bahsederken,zina diye bir şey bilmezler,böyle bir olay ortaya çıkarsa,o kimseyi iki ağacın dallarını yere eğerek arasına bağlarlar ,dallar bırakıldığında o kişi ikiye bölünür demektedir.Türk ailesi dikkate değer asillikte özellikler taşır.Bu asil yapı eski Türk siyasi ve sosyal hemen her kurumda fertlerin davranışlarına yansımıştır.Mülkiyette,ferdi hukuk'ta,hürriyet ve istiklal tutkunluğunda,ihtiyaçlı insanları himayeye yönelik sosyal davranışlarda,adalette,dini konulardaki toleranslı davranışlarında,devletin baba olarak telakkisinde,Türk insanının sağlam aile yapısı kendisini açıkça göstermektedir.



TÜRKLERDE DİN

TÜRKLERDE DİN
Türkler Ataları Yaseften itibaren tek Tanrıya inanmışlar,öldüklerinde Tanrının yanına gideceklerini kabul etmişlerdir.Türklerin İslamiyetin kabulü öncesi birkaç yüzyıl dini inanç sisteminde bir bütünlük olduğu söylenemez.Bunun sebebi kötü yöneticiler ve Türklere yenilerek Türk devletlerine katılan çeşitli inançlara sahip milletlerin Türk inancını çeşitli yönlere çekmesidir.inanç bazında bakıldığında tam bir çeşitlilik bulunmaktadır.(Halen Müslüman, Hıristiyan, Yahudi,Şaman,tengrici,Ateist Türk toplulukları mevcuttur.) iptidai inanışları olduğu gibi semavi inanışlarıda bulunmakta, Türklerin engin hoşgörüsü buna izin vermektedir. Tengricilik,Budizm,zerdüştlük,mani,hıristiyanlık,yahudilik,şamanizm bir arada yaşamaktadır.Türkler bütün dinleri taassup ve dar görüşlülükten uzak bir şekilde büyük bir tolerans ve müsamaha ile karşılamışlardır.
OĞUZ KAĞAN DESTANI :
Oğuz'un ilk atası, Nuh'un oğlu Yafes'tir. Nuh, yeryüzünü oğulları arasında bölüştürdüğü zaman oğlu Yafes'e Doğu illeri ve Türkistan taraflarını verir. Yafes, Türklerin deyişine göre "Olcay Han" diye anılır. O, göçebe olarak yaşardı. Yaylak ve kışlakları Türkistan'da bulunurdu. Dhib Yabgu, Olcay Han'ın oğludur. Bunun da dört muteber ve şöhretli oğlu vardı: Kara-Han, Or-Han, Kür-Han, Küz-Han. Kara-Han babasının yerine tahta geçer. Bir oğlu dünyaya gelir. Çocuk, üç gün, üç gece anasının sütünü emmez. Herkes, onun öleceğini düşünürken; annesinin rüyasına girer. Çocuk, annesine; “Eğer sütünü emmemi istiyorsan biricik Yaratıcı'yı ikrar ve itiraf et.” der. Kadın, üç gece aynı rüyayı görür. Bu kavim, kâfir olduğundan; kadın, meseleyi kimseye anlatmaz. Kocasından gizli olarak Allah'a iman eder. O anda çocuk, anasının sütünü emmeye başlar. Oğuz'un temizlik ve güzelliğine herkes hayran kalır. Bir yıl sonra konuşmaya başlar. Oğuz daima Allah'ı anıp ona şükreder.
TURAN VE TURANCILIK NEDİR,NE OLMALIDIR.
Turan,İtalya,Macaristan,Finlandiya,Estonya,Urallar dahil Büyük Okyanusa ve Japonya'ya uzanan Türklerin topraklarıdır. Turancılık, Türk insanı,Ural - Altay kavimlerinin özgür yaşamasını, modern,demokratik ,insan haklarına saygılı ve evrensel hukuk kurallarını benimseyerek,tüm diğer halklarla,barış içerisin de yaşamasını savunan, kişiyi inanç ve fiziksel özellikleri ile değerlendirmeyen,Köklü ve güçlü bir Ulus olmanın verdiği adalet değerleri ile dünyada barışın teminatı olabileceğini savunan siyasi bir görüştür.

17 Nisan 2010 Cumartesi

TÜRK kimdir

Dünya tarihini,coğrafya'yı,bilimi,hatta din'lerin gelişimini dahi etkileyen,savaşçı ruhu ve genetik yapısına rağmen son derece uysal,sabırlı,insancıl ve yardım sever olan halktır.Diğer halklara kucak açıp hatta onların kendisini yönetmelerine izin verecek kadar sevecen olan biz TÜRKLER.
Dünya üzerinde çeşitli nedenlerle sürekli olarak göç etmek zorunda kalan , zulme karşı koymak, iyi bir yaşam ve barış içerisinde yaşayabilmek için dünyanın neredeyse tamamına yakın büyüklükte bir coğrafyaya yayılmak zorunda kalan tek halk.
Dünya halkları içerisinde zulüm ve tehditlere sürekli maruz bırakılmış,diğer halklar arasında en fazla asimilasyona uğramış mazlum,gurur'lu,onurlu bir halk.

Türk Milleti'nin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir.
"Türk" sözü tarihin en eski çağlarından beri kullanılıyordu. Türkler'in köklü ve çok zengin bir tarihe ve kültüre sahip olması nedeniyle birçok bilim adamı "Türk" adının nereden geldiği hakkında araştırmalar yapmış, bu araştırmalar neticesinde Türk adı ilk defa yazılı kaynaklara MÖ. XIV. yy'da "Tik" veya "Tikler" adıyla geçmeye başlamıştır.Türk adı MÖ. XIV. yy'dan öncede varolduğu açıktır. Zira hiç bir halk birden bire ortaya çıkamaz. Bu gerçeği kavmi ve milli mitolojilerde ve tarihi oluşumlarda izah eden eski kayıtlardada görmek mümkün olmaktadır.

-Heredotos'un doğu kavimleri arasında zikrettiği TARGİTAB'lar.
-İskit topraklarında doğdukları söylenen TYRKAE'ler.(Ki İskitler Türk kavmidir.)
-Tevrat'ta adı geçen Togarma'lar.
-Eski Hint kaynaklarında tesadüf edilen TURUKHA'lar veya THRAK'lar
-Eski Ön Asya çivili metinlerinde görülen TURUKKU'lar.
-Çin Kaynaklarında MÖ. I. yy'da rol oynadıkları belirtilen TİK veya Dİ'ler

Bizzat "Türk" adını taşıyan Türk kavimleri olarak gösterilmektedir. İslam kaynaklarında yer alan İran menşeli "Zend - Avesta" rivayetleri ile İsrail menşeli "Tevrat" rivaytetleride Nuh Peygamberin torunu olan Yafes'in oğlu "Türk" anlatılmış, İran rivayetlerdeki Feridun'un oğlu "Türac" veya "Tur"un soyu Türk adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir. "Avesta"da yer alan "Ebül Beşer"den,Cemil ve oğlu Feridun'dan bahsedilmektedir. "Feridun'un ülkesi Salm, Irak ve Turak (Türk) ismindeki üç oğlu arasında pay etmiştir. Salma bugünkü İran ve havalisi, Irak'a bugünkü Irak ve havalisi ,Turak'a ise Orta Asya ve Çin havalisi düşmüştür. Feridun ölünce Irak, Salm'a saldırarak İran ve havalisini almış,daha sonra Turak'a saldırmıştır. Irak, Turak'ı yenememiş, savaş bunların torunlarına uzanan dek senelerce sürmüştür. Sonunda Turak'ın torunu "Afrasyap" Irak torunun "Muncihir"i mağlup ederek Ceyhun nehri sınır kabul edilen bir anlaşma yapmıştır. Bu tarihten sonra Ceyhun nehri doğusuna "TURAN", batısına da "İRAN" denmiştir. Tevrat rivayetlerinde ise Nuh tufanından sonra Nuh peygamber dünyayı üç oğlu arasında pay etmiş. Yafes'e Orta Asya ve Çin ülkeleri düşmüş,Yafes ölürken tahtını sekiz oğullarından biri olan "TÜRK" e bırakmıştır. Görülmektedir ki Hz. Adem devrine yakın zamanlarda Turak(Türk)'den İran-Turan savaşlarından ve Alp Er Tunga gibi büyük bir Türk Başbuğundan ve Saka İmparatorluğu Kağanından bahsedilmektedir. Yukarıda mitoloji ve tarihi kayıtlar içerisinde yer alan "Türk" kelimelerinden ,Türk adının ne kadar eski olduğu ortaya çıkmaktadır. MÖ XIV. yy'da yer alna "Tik"ler ile dünyada mevcut olan medeniyetlerin en eskisi olan MÖ. VII. yy. da Orta Asya'da kurulan "Anav" medeniyeti de Türkler tarafından kurulmuştu. O halde Türkler MÖ. XIV. yy'da Tik'ler , MÖ. VII. yy'da Anavlar ,MÖ IV yy'da Sakalar ile tarih kayıtlarında yer almaktadır. Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihide "Tu-Kiu" şeklinde görülmektedir. MÖ. I yy'da Romalı yazarlardan Pompeius Meala'nın Azak Denizi kuzeyinde yaşayan halktan "Turcae" olarak bahsetmesi ile ilk defa batıda yazılı olarak karşılaşıyoruz.
Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS VI yy'da kurulan Gök-Türk Devleti ile olduğu iddia edilmektedir.Bu tamamen yanlıştır.Çünkü her halk kendi ırk adını farklı telaffuz ettiği gibi diğer halklarıda farklı telaffuz etmektedir.(ÖR; biz yunanlı deriz onlar,Helen,Biz Ermeni deriz onlar Hay,Biz Alman deriz onlar germen v.s.) Orhun kitabelerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklinde gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devleti'nin ilk defa resmi olarak kullanılan siyasi teşekkülün Gök-Türk imparatorluğu olduğu ileri sürülmüştür. MS. 585 yılında Çin İmparatorunun GÖK-TÜRK Kağanı İŞBARA'ya yazdığı mektupta "Büyük Türk Kağanı" diye hitap etmesi, İşbara Kağanın ise Çin İmparatoruna verdiği cevabi mektupta "Türk Devleti'nin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti" hitapları Türk adını resmileştirmiştir. Gök-Türk yazıtlarında Türk sözü daha çok "Türk Budun" şeklide geçmektedir. Türk Budun'un ise Türk Milleti olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Türk adı bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade ,siyasi ve Milli bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir

TÜRK SOYU
Tarihte Türk ırkı hakkında çeşitli tasvirler yapılmıştır. Çin,Latin ve Grek kaynaklarında Türkler yanlış olarak daha çok Moğol tipinde tasvir edilmişlerdir. Bunun sebebi ise Türklerin tarih boyunca en çok temasının Mogollar'la olmasıdır. Moğol kitleleri yıllarca Türklerin idaresinde yaşamış,göçlere,savaşlara Türklerle beraber katılmışlardır. Bunun sonucunda bu kaynaklar Türk ile Moğol tipini birbirine karıştırmıştır.

Son yarım asır içinde yapılan ilmi çalışmalar ve araştırmalar sonucu Türklerin beyaz ırka mensup bulundukları, yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan "Europid" adı verilen grubun "Turanid" tipine mensup bulundukları anlaşılmıştır. Kafa yapıları Brakisefal (yuvarlak kafalı)dır. Türklerin kendilerini başta "Mongolid" Moğollar olmak üzere diğer topluluklardan ayıran antropolik çizgilere sahip oldukları tespit edilmiştir. Türklerin hakim vasfı beyaz renk,kahve rengi veya renkli göz,siyah veya sarı saç,düz burun,değirmi çene,orta gürlükte sakal ve bıyıktır.

Turan tipine örnek olan Orta Asya, Maveraünehir ve diğer Yakın Doğu Türkleri hafif sarımsı veya beyaz tenli ,koyu veya renkli parlak gözlü, değirmi yüzlü,endamlı,sağlam yapılı erkek ve kadınları ile Ortaçağ kaynaklarında güzelliğin timsali olarak gösterilmiştir.İran edebiyatında Türk sözü "Güzel İnsan" manasında kullanılmıştır. Tevrat'ta nakledilen bir rivayette ise Türk soyunun Ham ve Sam'dan değil, Yafes'den türemiş olarak beyaz ırktan geldiği açıklanmıştır.

TÜRKLERİN ANA YURDU
Türklerin Tarih sahnesine ilk çıktıkları bölge, yani Türklerin ana yurdu üzerine çeşitli görüşler vardır. Maddî kültür unsurları, dil hususiyetleri ya da tarihî realite bakımından konuyu değerlendiren bilim adamları, Orta Asya'daki çeşitli kültür çevrelerini Türklerin ana yurdu olarak kabul ederler. Esas itibariyle, bu yöndeki ilk çalışmalar batılı bilim adamları tarafından ortaya konmuştur. Gerçekte XIX. yüzyıl sonlarıyla XX. yüzyıl başlarında başlatılan araştırmalarla, batı kendi tarihinin köklerini aramaya koyulmuş, fakat neticede, hiç hesaba katmadıkları bir milletin yani Türklerin, kendilerine has kültür ve medeniyetleriyle karşı karşıya gelmişlerdir. Bu gerçek karşısında, batılı bilim adamları yoğun çalışmalarda bulunmuşlar ve Türklerin tarih sahnesine çıktıkları yer ve zaman hususunda çeşitli nazariyeler sunmuşlardır. J. Klaproth (1824), J. Von Hammer (1832), W. Schott (1836), M. A. Castren (1856), A. Vambery (1885) ve E. Oberhummer (1912) gibi ilk âlimler Altaylar ve çevresini Türklerin ana yurdu olarak gösterirken, W. Koppers (1937), W. Radloff (1891), G.J. Ramstedt (1928), L.Ligeti (1940) ve K. H. Menges (1968) gibi dilci ve tarihçiler Altaylar'ın doğusu ve Kadırgan Dağlarına kadar olan bölgelerde Türk ana yurdunu aramışlardır ve bu görüşü ünlü Türkolog Barthold da desteklemektedir.
Strzygowsky (1935), O. Menghin (1937), İ. Zichy gibi sanat ve kültür tarihçileri ise daha doğru olarak Altaylardan Ural'lara kadar uzanan alanı Türklerin ana yurdu olarak kabul etmişlerdir. Türk Tarih Tezi’nde Türklerin kökeninin Orta Asya olduğu resmen dile getiriliyordu. Ama Orta Asya uygarlıklarının kökü neredeydi? Mustafa Kemal bu sorunun yanıtı olabilecek anahtara 1932’de ulaştı. İlkel diller uzmanı ve tarihçi-diplomat Tahsin Mayatepek’in sunduğu ön raporda Güney Amerika uygarlıklarından Maya uygarlığının dil ve kültürleriyle Anadolu ve Orta Asya kültürleri arasındaki benzerliğe dikkat çekiliyordu.Mayatepek, bu süreci inceleyip Atatürk’e raporlar halinde iletmesi için 1935’de Meksika’ya maslahatgüzar atandı. Çok geçmeden de arkeolog William Niven’in Meksika’da yaptığı kazılarda bulduğu yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait tabletlerin deşifrelerinden ve ardından James Churcward’ın Hindistan’da bulduğu benzer tabletlerin çevrilerinden Atatürk’ü haberdar etti. O da söz konusu yazarların kitaplarının çevrilmesini emretti. Sağlığı yerinde değildi ama, 1937 yılının önemli bir bölümü geniş bir kurulca gerçekleştirilen bu çeviriler, üzerinde notlar almak ve incelemekle geçirdi. “Uygur, Akad, Sümer Türkleri’nin Pasifik Denizi’nde ilk insanların zuhur ettiği Mu’daki(Okyanusa gömülmüş bir kıtadır.) büyük medeniyet, dil ve dinlerini cihana yaydıklarına dair yepyeni ve mühim malumatı ihtiva eden rapor: Kuzey Amerika alimlerinden Cononel James Churcward 4 Kıta eserinde dünyada ilk insanların ilk zuhur ve saadet diyarı olarak Tevrat’ta ‘Gan Edn ve Kuran’da “cennati Adn’namı altında zikri geçen ve Pasifik deniz’inde bulunan ‘Mu’ kıtasında ortaya çıktığı ve bu büyük kıtanın 11 bin 500 sene evvel müthiş depremler ve patlamalar neticesinde 24 saatte 64 milyon nüfusuyla denize battığı ve ilk yüksek medeniyetin, dilin ve vahdaniyete dayalı dinin ve fen ilimlerinin Mu kıtasından çıktığı bilgilerini vermiştir." Mayatepek Churcward’ın kitabından şunları naklediyordu: “Eski Türklerin ilk vatan ve kökenleri şimdiye kadar bildiğimiz üzere Orta Asya olmayıp, Pasifik Denizi’nde 200 bin sene mevcudiyetten sonra batmış olan Mu kıtası olduğu ve Orta Asya’ya, Mezopotamya’ya, Yukarı ve Aşağı Mısır kıtasına ve Etiyopi’ye Mu kıtasından binlerce sene evvel gelip Mu’daki yüksek kültür ve medeniyetlerini, dil ve dinlerini yaydıkları anlaşılıyor.”şeklindedir. Türklerin en büyük özelliklerinden bazıları, İnançlı olmaları,Büyüklerine saygılı olup körü körüne bağlanmaları,Cumhuriyetten evvel savaşlar nedeni ile,cumhuriyetten sonra geçim derdi nedeni ile sanata zaman ayıramadıklarından diğer halklara sanat ve kültür olarak uyum sağlamaya çalışmalarıdır.Bu özellikleri her zaman düşmanları tarafından kullanılmış,birbirleri ile savaşmalarına neden olmuştur.Uygur devletini Kırgızlar,Göktürk imparatorluğunu Uygurlar,Bulgar devletini Alanlar ortadan kaldırmış,Timurlular Osmanlıya savaş açmış,Kazaklar Tatarları vatanlarından sürmüştür. Büyük Önder ATATÜRK bunu fark ederek,şehleri,dervişleri,hilafeti,Padişahlığı kaldırarak,Laiklik,Cumhuriyet ve Demokrasi getirmiştir.Halen bu duyguları sömüren insanlar ortada kol gezmektedir. EĞER BİR GÜN ATATÜRK'ÜN İSTEDİĞİ GİBİ TÜRK ÇOCUKLARINI,DEMOKRAT,CUMHURİYETCİ,LAİK,İNSAN HAKLARINA,ÖZGÜRLÜKLERE,BİLİME,SANATA, SPOR'A,HUKUK'A SAYGILI,VATAN SEVER,MİLLİYETCİ VE SOSYAL DEMOKRAT OLARAK YETİŞTİREBİLİRSEK,TÜRKLER DÜNYANIN'DA ADALETİNİ VE DAHA YAŞANIR BİR YER OLMASINI SAĞLAYABİLİR.ZATEN TANRI'NIN İNSANLARDAN İSTEDİĞİDE İYİ İNSAN OLMAK,ADALETLİ OLMAK DEĞİLMİDİR.

4 yorum:

  1. Türk milletinin,selameti inanç,düşün tarzı siyasi bakışların çok üzerinde birlik ve beraberlikten geçer.

    YanıtlaSil
  2. Engelleri yollarınızı tıkayan şeyler olarak görmeyin
    onları size uçmayı öğretecek fırsatlar olarak değerlendirin.
    Nayman

    YanıtlaSil
  3. Boş zaman yoktur,boşa geçen zaman vardır.
    - urumçi -

    YanıtlaSil
  4. Bir ülkede her şeyin en iyisinden en kolayında tüm vatandaşlar eşit olarak yararlanmalıdır.Ancak öncelik daima,şehit yakınları,gaziler ve aileleri,emekli vatandaşlarımız olmalıdır.

    YanıtlaSil

İnsanca ve kardeşçe bir yaşam için Türk örf ve adetleri,Atatürk'ün işaret ettiği yol yeterlidir.